The Handmaid’s Tale ve İnsanlık Tarihi
Kültür ve Sanat - 22 Şubat, 2021 - Okuma Süresi: 2 Dk.
22 Şubat, 2021
Kanadalı yazar Margaret Atwood’un 1985 yılında yayınlanan distopyası The Handmaid’s Tale, romanın yanı sıra son yıllarda ekran uyarlamasıyla dikkat çekmektedir. Hikâyede bahsedilen olaylar günümüzde distopik olarak değerlendirilse de aslında tarihin farklı kesimlerinde çok benzer şekillerde gerçekleşmiştir.
Olayların gerçekleştiği totaliter aşırı dindar devlet Gilead’a 80’ler Amerikan devlet yönetimi ve 17.yüzyıl Amerika’sı ilham olmuştur. 80’lerde Ronald Reagan’ın 40. ABD başkanı olarak görev başlamasıyla birlikte, muhafazakâr olarak nitelendirilebilen kesimin yükselmeye başladığı görülmüştür. Reagan bu dönemde çeşitli dini-siyasi örgütlerle iletişim halindeydi ve bu ilişki kadınların kürtaja olan erişimleri için endişelenmesine neden oluşturmuştur. Ayrıca Reagan çeşitli röportajlarında kürtaj karşıtı olduğunu belirtmiştir.
Romanda bahsedilen Koloniler SSCB döneminden esinlenilmiştir. Sovyetler Birliğinde mahkumlar, Atom Bombası üretebilmek için Butugychag uranyum madenlerinde çalışmaya zorlanmışlardır. Bu madenlerde radyasyona maruz kalan mahkumların ortalama ömrü birkaç aydır. Radyasyondan kaynaklı hastalıklara yakalanan mahkumlar, atom bombasına maruz kaldıktan sonra insan bedenindeki değişimleri gözlemlemek için doktorlar tarafından incelenmiştir. Butugychag’da 10 yıl içinde ortalama 380,000 kişinin öldüğü veya intihar ettiği kayıtlara geçmiştir.
Hikayede Gilead’ın yönetime geçmesi ile birlikte “Damızlık” olarak sınıflandırılan kadınların çocukları ailelerinden alınıp, yüksek rütbeli kişilere ve komutanlara evlatlık olarak verilmektedir. Gilead hükümetine göre bekar kadınlar, annelik yapmak için uygun görülmemektedir. 1958’de Amerikan Çocuk Esirgeme birliği “The Indian Adoption Project” ismini verdikleri bir proje başlatmıştır. Buna göre Kızılderili rezervasyonunda yaşayan çocuklar, Amerikan standartlarına göre yaşamadığı için hiçbir gerekçe ve kanıt gösterilmeden ailelerinden koparılmıştır. Bu çocukların biyolojik ailelerinin kayıtları tutulmamış ve evlatlık olarak beyaz ailelere verilmişledir.
Gilead’da sınıflandırılan kesimlere uymayan kadınlara iki seçenek sunulmaktadır. Kolonilere gidip radyasyonu temizlerken yavaşça ölmek veya Jezebel’s olarak bilinen genelevlerde seks işçisi olarak çalışmak. Bu genelevler Gilead kontrolü altında olup, komutanlar ve yüksek rütbeli kişiler tarafından sık sık ziyaret edilmektedir. Nazi Almanyasında fethedilen topraklardan ele geçirilen halktan kadınların çalıştırıldığı gizli genelevler bulunmaktaydı. Nazi komutanları ve polisleri, askerlerin motivasyonları için fuhuşun gerekli olduğuna inanmaktaydılar. 1930’larda bu tür yerler devlet tarafından denetleniyordu ve buralarda zorla çalışan kadınlar tıbbi muayenelerden geçiyordu.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.