Taş Devrinde Bir Yönetmen: Homo Cinematographicus

Kültür ve Sanat - 15 Aralık, 2020 - Okuma Süresi: 9 Dk.

15 Aralık, 2020

Taş Devrinde Bir Yönetmen: Homo Cinematographicus

20 yılı aşkın süren bir araştırma neticesinde ortaya çıkan, bilinen en eski sanat eserleri olan mağara resimleriyle ilgili bir hipotez hakkında içerik oluşturdum. Sinama tarihine ve sinemaya ilginiz varsa gelin birlikte okuyalım:

Başlamadan önce:

Çalışma, basit bir ifadeyle ilkel sanat unsurlarında hareketli tasvirlerin (yani animasyonların) varlığını savunuyor. Çalışmayı oldukça ilgi çekici yapan bir diğer özelliği ise, elde edilen bulguların aslında sinemaya ilham veren araçlar ile aynı olması. Yani modern sinemanın izlerini sürdüğümüz bir arkeoloji yazısı olduğunu söyleyebilirim.

Sinema sanat mıdır?

Fransız sinemacı Jean Renoir; teknik sinema araçlarının, yani kamera, ışık vb. araçların kağıt ve kalem kadar ucuz olması durumunda sinemanın bir sanat unsuru sayılabileceğini ifade etmektedir. Literatürde böyle bir tartışma devam ededursun, gelin biz bu konuyu bambaşka bir açıdan ele alalım.

Teknik sinema araçlarına sahip olmadan bir film yaratmak sizce mümkün olabilir mi? Hem de günümüzden binlerce yıl öncesinde. Cevap birçoğumuzu şaşırtacak nitelikte.

Paleolitik (eski-taş) dönem sanat unsurlarından mağara resimlerine hepimiz aşinayızdır. Bu resimler genellikle morfolojik hayvan tasvirlerinden oluşmaktadır (insan tasvirlerine görece az rastlamaktayız, bunun sebebini benlik kavramının insanlığın ilerleyen çağlarında oluşmasına bağlayan bilim insanları mevcut). Peki, birisi gelip sizlere Chauvet (Fransa) mağarasında keşfedilen resimlerin aslında hareketli tasvirler yani animasyonlar olabileceğini söyleseydi tepkiniz ne olurdu? 2018 yılında İzmir Fransız Kültür'de katıldığım bir söyleşide ben de aynı hayrete kapılmıştım.

Marc Azema; Fransız arkeolog. 20 yılı aşkın süren araştırması sonucunda ortaya koyduğu hipotezinde, eski-taş döneminden kalma birçok eserde hareketli tasvirlerin (yani animasyonların) varlığını savunmakta. Araştırmanın dayanak noktası olan bulgular eminim sizleri de heyecanlandıracaktır. 

Sekiz ayaklı bir bizon resmi sizin için ne anlam ifade ederdi? Ya da üç başlı bir at figürü? Şimdiye kadarki arkeolojik çalışmalardan, evrimsel süreç boyunca bu türlerin hiç var olmadığını biliyoruz. Peki ya, bu figürler mitolojik bir düşünüşün ürünü olabilirler mi? Muhtemelen birçoğumuza mantıklı gelen cevap bu olacaktır. Ancak gerçek tahminlerimizden çok daha farklı. 

Aslında taş devri sanatçımız 'superimpositioning' olarak tanımlanabilecek bir teknikten yararlanmakta. Kelime anlamı olarak bu terim, görselleri üst üste koyma anlamına geliyor. Yani bahsettiğimiz bizonun sekiz ayağı yok, tek bir bizonun iki farklı pozisyondaki tasvirinin üst üste konulması ile elde edilmiş bir resme bakıyoruz. Figürdeki iki katmanı ayırıp ardışık bir şekilde koyduğumuzu düşünelim. Peki bu ardışık resimleri yan yana kopyalayıp film şeridi gibi akış halinde olduğunu hayal edebilir misiniz? Evet. Artık koşmakta olan bir bizonumuz var. Aynı işlemi üç başlı at için de uygulayalım. Şimdi de dikey eksende eğilip kalkan bir ata bakmaktayız. Muhtemelen yemlenmekte olan bir atın tasvirinden söz ediyoruz. Modern dijital araçları kullanarak bahsedilen figürlerin rekonstrüksiyonunu oluşturmak mümkün.


Peki elinde bu imkanlar bulunmayan sanatçı atamız, aynı etkiyi izleyici gözünden nasıl gerçekleştirdi? İşte asıl hayret verici sihir bu noktada gerçekleşiyor. 

Bir ışık kaynağı ile (bu durumda meşaleden bahsediyoruz) mağara duvarına ‘oyulmuş’ figür önünden geçildiğinde, ışığın figür üzerindeki açısı değişecektir. Bu geçiş izleyici gözünde bir illüzyon yaratarak figürü hareketli bir nesneye dönüştürecektir. Şimdi hayal gücümüzün yardımıyla bütün kompozisyonu tahayyül edelim. Sahnenin bir tarafında uzun otlukların içinden sinsice avına yaklaşmakta olan mağara aslanlarını görüyoruz. Diğer tarafta büyük memeliler kaotik bir şekilde etrafa koşuşturmaktalar. İşte avımızın ilk sahnesi! Ardından gelen sahnede mağara aslanlarının ava başladıklarını görüyoruz (ilk sahnede gördüğümüz aslanlardan bir grubun avına atıldığını; diğer sahnede daha küçük bir şekilde tasvir edilmesinden anlayabiliyoruz, bunu perspektif olarak da ifade edebiliriz). Bütün bu av sahnesi, daha öncesinde bahsettiğim animasyon tekniğini de işin içine katarak düşününce, gerçekten büyüleyici bir hal alıyor.


Benzeri av illüstrasyonlarını farklı mağaralardaki eserlerden gözlemlemek mümkün (örn: La Baume Latrone (Gard), Fransa).

Toplam bir sayı vermek gerekirse; Fransa’da bulunan 12 mağaradaki 53 eserde, superimpositioning (yani üst üste yerleştirme) tekniği ile oluşturulmuş dinamik görüntü saptanmış durumda.

E tabi, modern sinemada olduğu gibi ilkel sinemada da farklı tekniklerin kullanılması kaçınılmaz!

Araştırmanın konusunu oluşturan bir diğer teknik ise; ‘juxtapositioning’ (yani yan yana yerleştirme). İlk teknikten farklı olarak figürlerin değişik pozisyonlardaki halleri yan yana yerleştirilerek bir sekans oluşturulur. Yani film şeridi olarak da düşünebiliriz. Peki, 'sihir' bunun neresinde?

Bulgular arasında oldukça ilginç bir tanesi var. Memeli bir hayvanın kürek kemiğinden yapılmış ve iki tarafına farklı figürler oyulmuş olan bir disk. Diskin iki ayrı yüzünde bir geyiğin farklı pozisyonlardaki halini gözlemlemek mümkün. Peki bu bulguyu özel yapan şey nedir? Muhtemelen araştırmacıları cevaba yönelten ayrıntı, diskin ortasında açılmış olan delik.


Şimdi hep birlikte arkamıza yaslanıp tekrardan hayal gücümüzden faydalanalım. Diske, 180 derece ileri geri çevirerek baktığımızı düşünelim. Ön yüzde ayakta olan geyiği, arka yüzde yere yatmış bir şekilde (muhtemelen avlanarak öldürüldüğü için) görmekteyiz. Ancak bu şekilde görsel bir illüzyon yaratmak, yaptığımız hareketin yavaşlığından dolayı mümkün olmayacaktır. Peki ya diskin ortasında bulunan delikten geçirip kıvırdığımız ipi uçlarından çekerek bu hareketi hızlandırabilir miydik? Cevap: kesinlikle evet! Yapılan bir deneyde hayal ettiğimiz bu durum kanıtlanmış durumda (deneyi izlemek için: 23:00-26:00)

 

Diskin hızlı hareketiyle birlikte sihir gerçekleşiyor. Bu da bulgunun aslında optik bir oyuncak olduğunu kanıtlar nitelikte. Bulguyu daha ilginç kılan bir özelliği ise bahsedilen tekniklerin her ikisinden de yararlanılarak kullanılması. Yani aslında birbirinden ayrı iki görselin (juxtapositioned), disk ve iplik yardımı ile üst üste yerleştirilmesi (superimpisitioned).

Görsel illüzyonlar temelde insanoğlunun bir kusurundan kaynaklı ortaya çıkmakta. Buna; 'Görme Sürekliliği' veya 'Titreşim Füzyonu' da denilmektedir. Gözümüze gelmekte olan ışık kısa ve düzenli aralıklarla kesintiye uğradığında, algıladığımız görüşün sürekli olarak devam ettiğini düşünürüz. Şimdi sizlere kısaca bu kusurumuzdan yararlanarak çalışan diğer bir optik oyuncaktan bahsedeceğim. Thaumatrophe (19.yy.) adı verilen bu alet prensipte, yuvarlak levhanın bir yüzüne kuş diğer yüzüne kafes resmi konulduktan sonra iki yanında uzanan iplerin döndürülmesiyle çalışır. Levhaya karşıdan bakan kişi kuşun kafeste olduğunu algılar.

 

Tanıdık geldi değil mi? Evet, ta kendisi! Tek fark, iki eser arasında 25 ila 30 bin yıl kadar zaman farkı olması. 1825 yılında bulunan bu aleti (mucizevi tekerlek?) oldukça önemli yapan özelliği ise şüphesiz ‘sinema’ fikrine ilham vermesidir. 

Şimdiye kadar bahsedilenler oldukça ilgi çekici şeylerdi. Ancak bütün bunları referans alarak sinemadan ve film yönetmenliğinden bahsetmek abartılı söylemler gibi gelebilir. Sonuçta şimdiye kadar izlediğimiz filmlerin birçoğunda anlamlı bir bütünlük vardı. Bol metaforlu, katmanlı sanat filmlerinde dahi anlam farklı yorumlansa da bütünsellik aranan unsurdur. Evet, bu bağlamda ‘homo cinematographicus’, bilim-kurgu öğesi bir kavram gibi görünmekte (özünde biraz da muzip bir tavır olduğu için bu ismi kullanmak hoşuma gitmeye başladı). 

Araştırma konusu üzerine Marc Azema tarafından yapılmış bir belgeselde, ‘ilk sinemacı’ söyleminin altını doldurabilecek kadar sağlam bir bulgudan bahsediliyor. Yazının başında büyük bir mağaranın girişindeki av sahnesinin tasvirinden söz etmiştik. Mağaranın karanlık derinliklerine doğru ilerledikçe duvarlardaki resimlerin devam ettiğini gözlemlemek mümkün. İlkel animasyon teknikleri ile yapılan bu resimleri eşsiz kılan özellik ise; anlamlı bütünlüğe sahip bir hikayeden bahsediyor olması. Daha anlaşılır ifade etmek gerekirse; bir film şeridi üzerinde yürüdüğünüzü düşünsenize! Mağara boyunca ilerledikçe bir av hikayesine tanık oluyoruz. İlginç olan bir şey daha var. Bu av hikayesinin kahramanları (yani aslanlar, bizonlar, gergedanlar, mamutlar…), mağaranın girişinde bulunan ilk sahnedekilere oldukça benzemekteler. Öte yandan ilk sahnede gösterilen avlanma olayı, mağara içinde tanık olduğumuz bütün av hikayesinin konsantre bir hali gibi. Bunun üzerine araştırmacı şu soruyu soruyor:

- Bu bir fragman olabilir mi?

Haftalığın PeP'te!

İlk 15'a giren her içerik ile 200 TL kazan!

En popüler yazar sen ol!

Okunma puanını artır, kazan!

Liderlik Tablosu'na göz at!

Bu haftanın en çok okunanları.

E-bültenimize abone ol!

Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.

Gizlilik Sözleşmesi'nde belirtilen hüküm ve koşulları kabul ediyorum.