Grigoriy Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesi Üzerine

Kültür ve Sanat - 12 Nisan, 2021 - Okuma Süresi: 7 Dk.

12 Nisan, 2021

Grigoriy Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesi Üzerine

Grigoriy Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabı Finlandiya’nın nasıl medeniyet ülkesine yükseldiğini anlatıyor. Ülke içindeki birlik, beraberlik ve dayanışma okunmaya değer. Gelin daha detaylı inceleyelim!

Grigoriy Petrov, Beyaz Zambaklar Ülkesi adlı kitabında Finlandiya’nın zamanla nasıl model bir ülke haline yükseldiğini anlatıyor. Petrov, 1900’lerin başında Finlandiya’da yaşamış ve Fin kültürüne hayran birisidir. Onun Fin kültürüne olan hayranlığı, Finlandiya’nın gerçekleştirmiş olduğu ulusal uyanış ile diğer ülkelere örnek teşkil etmesi beklenen niteliktedir. 

Kitap, Eero Ojanen’in sunuşuyla başlıyor. Eero Ojanen, Fin halk medeniyeti tarihi hakkında birçok kitap yazmış ve J.V. Snellman’ın eğitim, kültür ve sanat faaliyetlerini incelemiştir. Yazar kitabında, 1800’lerin başlarında başlayan ulusal uyanışın, Finler’in ulusları için kendi tarihlerini yaratması ama her şeyden önce kendi kültürleri ve toplumlarının yararına çalışmaları için bireyleri harekete geçirmeyi hedeflediğinden bahseder. Kitapta adı geçen J.W. Snellman ünlü Fin filozof, yazar ve diplomattır. Geniş halk kitlelerinin çok yönlü yetiştirilmesini, hayatının başlıca hedefi olarak gören Snellman, Finlandiya için yol gösterici bir kişidir. Snellman, “Halk eğitilmeli ve entelektüel millileştirilmelidir.” sözüyle halkın ve zaten halkın içinden olan entelektüellerin birbirlerinden ayrı dünyalardaymışçasına yaşamamaları gerektiğine ve entelektüellerin bilgi birikimlerini halkla da paylaşmaları gerektiğine değinir. Eğer devlet halka gereken önemi verirse ve ülkesi için değerli olduğunu hissettirirse, halk da kendisini yaşadığı ülkeye ait hissedecek ve ülkesini daha yükseklere taşımak için elinden geleni yapacaktır.
 
Petrov’un hayranlık duyduğu Finlandiya 1900’lerin başında henüz geleceğin refah ülkesi değildi fakat Petrov o zamandan bu fikirlerin filizlerini görebiliyordu. Petrov’un modeli, medeniyet ve insanlığa saygı ile inşa edilmiş bir toplum olmasının yanı sıra ülkedeki insanların kendi iç adaletlerini ve iç huzurlarını sağlamış olmalarının sonucu olarak toplumsal/sosyal/aile hayatlarında da huzuru bulmalarıdır.

Finlandiya, Avrupa’nın en kuzeyinde bulunması nedeniyle iklimi serttir ve kış erken gelir. Topraklar verimsizdir. Yararlı madenler hemen hemen hiç yoktur. Sığ bataklık ve vadiler vardır. Finler, soğuk fakat coşkuyla sevdikleri vatana Türkçe karşılığı ‘bataklık ülkesi’ anlamına gelen, “Suomi” ifadesini kullanırlar ve bununla ilgili kitapta geçen şu cümleler dikkat çekicidir:

Her toprak parçası bütün kuşakların çalışmasını gerektiriyor. Sanki doğa, insanla alay etmek istemiş: Onu bataklık ve göllerin ortasında çıplak kayalara atmış. Ama insan da doğaya gülüyor. Daveti kabul ediyor ve doğayı yeniyor.

Kitabın devamında, Finlandiya’nın hedeflediği yolda neler yaptığı ve toplumu bilinçlendirmeye çalışmak ile ilgili nasıl bir yol izlediği bölüm bölüm olarak anlatılmış. Bu bölümlerde toplumun ayrı kollarına (din adamları, tüccarlar, öğretmenler, ordu, devlet yönetimi..) ayrı görevlerin düştüğü açıklanmış. Yazının devamında bu bölümlerden birkaçına değineceğim.

Bir ülkeyi kültürlü bir medeniyet haline getirmek; çağın gerekliliklerine uygun, doğru sorular soran ve doğru cevaplar veren bir toplum oluşturabilmekten geçer. Petrov, kitabında insanların kuşak kuşak değiştiğinden ve yenilendiğinden, bununla birlikte de yeni eğilimler ve yeni talepleri beraberlerinde getirdiklerinden bahsetmiştir. Peki devlet, insanların bu gelişimi ve değişimi karşısında nasıl olmalıdır? Adaletli ve sağlam devlet idaresi halkın ihtiyaçlarına zamanında cevap vermeli hatta bunu önceden tahmin etmeye çalışmalıdır. Halk, ihtiyaçlarına cevap aldığında kendisini geliştirmeye çalışacak, toplumsal hayat güçlenmiş olacak ve toplumunu daha ileriye taşıması gerektiğinin bilincinde olacaktır. Petrov, kitapta halkın iki ayaklı hayvan sürüsüne dönüşmemesi gerektiğini, insanların kendi akıllı ve mutlu yaşamlarının yaratıcısı olmaları gerektiğini söyler.

 Petrov, yeni Fin ulusunu Linnankoski’nin “Ikuinen Taistelu” adlı eserindeki Kabil imgesine benzetir. Linnankoski, eserinde Kabil’i vahşi ve kardeş katili biri olarak ele almış, Kabil’i hayatın darbelerine boyun eğmeyen ve kendine inanıp insanlığın geleceği için tüm zorluklarla baş edebilecek gücü kendinde bulan biri olarak görmüştür. Petrov, piyesin temel fikrini, “İnsanın asla hiçbir şey karşısında boyun eğmemesi, sürünmemesi gerektiği düşüncesi. İnsanın hayatının kesintisiz bir kültürel yaratıcılık, hem kendi içinde hem de kendi dışındaki kaba güçlerle sonsuz bir savaş olduğu fikri.” şeklinde açıklar.

Kitabın devamında Snellman, din adamlarına seslenir. Din adamlarının artık üzerlerine düşen görevi yerine getirmeleri gerektiği ve halkta dinselliğin yetersiz olduğuna değinir. Halkın iyileşmesi için inançlı olmaları gerektiğine inanır Snellman. Halka sürekli katı din kurallarından bahsemektense onların içine Tanrı sevgisini yerleştirmek ve kalplerinin derinliklerindeki Tanrı’ya saygı ve sevgiyle bağlanmaları gerektiğini söyler. Bunun için de önce halka örnek teşkil edecek olan din adamlarının Tanrı’ya en derinden ulaşmaları gerektiğini vurgular. Son sözlerini bir yardım çağrısıyla bitirdiğini ifade eden Snellman, şunları söyler:

Halkımızı kurtarın! Ona Tanrı’yı verin. İnancın ölü formüllerini değil, ruhtaki canlı Tanrı hissini verin.

Peki ulusal uyanışın gerçekleşmeye başladığı bir devlette ordu nasıl olmalıydı? Ulusal uyanışın öncesinde ordudaki askerlerden bahsedilirken ‘kışla hayvanı’ tabiri kullanılırdı. Askerlere karşı gösterilen tutum kaba ve sertti. Kışlalar pis ve düzensizdi. Askerler kışlalarda içki içer ve kumar oynarlardı. Askerlerin gençliklerinin en güzel yıllarında ülkeye faydalı olacak biçimde eğitilmesi gerekirken neden onlardan kışla hayvanı şeklinde bahsedilsin?

Kendini gerçekleştirmeye çalışan bir toplumda ailenin de rolü yadsınamaz. Aile, çocuğun ilk sosyalleşme alanıdır. Çocuk, ilk eğitimini aileden alır, sonra da okula başladığında arkadaşlar edinerek yavaş yavaş sosyal hayata karışmaya başlar. Peki aileler bu durumda üzerlerine düşen görevi yapıyor mu? Ailenin üzerine düşen görev nedir? Çocuğun beslenme ve barınma ihtiyaçlarını gidermenin yanında onun kendini gerçekleştirebilme potansiyeli için ilk sosyalleştiği ortam olan ailede akıl ve ahlaki sağlık yeterli ortamı sağlıyor mu? 

Kitapta Järvinen ve Karokep’in -bu karakterler kendi başlarına tarihi şahsiyetler değildir, Petrov’un kendi yaratmış olduğu karakterlerdir- hikayelerinden bahsedildiği kısıma da kısaca değinelim. Järvinen, tatlı satıcısıdır. Yaptığı şeker ticaretiyle Finlandiya’ya -aynı zamanda hayata- olan borcunu ödediğini düşünür. Bu hikayeyle Petrov ülkede ekonominin de önemli olduğuna fakat bir ülkenin sahip olabileceği en değerli hazinenin halk olduğuna inanmıştır.

Kitabın bütününe baktığımda, bir ülke için kültürün ve bilginin en büyük servet olduğu ve ülke sorunlarına uzun vadeli çözümlerle yaklaşılması gerektiğinin verilmek istenen en temel  mesajlar olduğunu düşünüyorum. Kitapta Finlandiya’nın kültür medeniyetine yükselme çabası ve bu çabanın zamanla güzel sonuçlar doğurması bana şunu hatırlattı ki hayatta gereken çabayı gösterirsek çabamızın karşılığını almak imkansız değildir.

Haftalığın PeP'te!

İlk 15'a giren her içerik ile 200 TL kazan!

En popüler yazar sen ol!

Okunma puanını artır, kazan!

Liderlik Tablosu'na göz at!

Bu haftanın en çok okunanları.

E-bültenimize abone ol!

Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.

Gizlilik Sözleşmesi'nde belirtilen hüküm ve koşulları kabul ediyorum.