Bir Stefan Zweig kitabı: Kızıl

Kültür ve Sanat - 28 Haziran, 2021 - Okuma Süresi: 9 Dk.

28 Haziran, 2021

Bir Stefan Zweig kitabı: Kızıl

Bu hafta Stefan Zweig'ın Kızıl'ına birlikte göz atacağız. Önceki yazımda yazarımızın hayatından ve tecrübelerinden kısaca bahsettik ve kendimizce belki de dersler çıkardık. Şimdi de onun, Kızıl ile bize ne anlatmak istediğine gelin bir göz atalım...

Kitabın adına bakacak olursak öncelikle Kızıl'ın nasıl bir hastalık olduğundan bahsetmek daha doğru. Kızıl, vücudunuzun belli yerlerinde kırmızı beneklerin oluştuğu ve sıklıkla çocuklarda görülen bir hastalıktır. Günümüzde antibiyotik ile tedavisi mümkündür. Geçmiş yıllarda daha sık görülen bu hastalığın hala aşısı yoktur fakat günümüzde daha az görülür. Zweig'ın anlatımına göre ise kitapta bu konuya şöyle değinilir:

Tuhaftır, çocuklar bu hastalıklara karşı yetişkinlerden daha dayanıklı oluyorlar; henüz yaşanmamış hayatlarının gücü, ölümle mücadele edip onu yeniyor sanki.  Neredeyse bütün çocuk hastalıklarında böyle: Çocuklar bu hastalıkları yeniyor, yetişkinler ise onlara yeniliyor.

Bu söz, beni oldukça düşündürmüştü. Yaşama arzumuzun ve hayata tutunmaya çalışmamızın büyüklüğü aslında ne kadar da fazla ve aslında yazar burada bu arzuyu çok güzel bir dille bize anlatıyor. Küçük bir çocuğun hayata ve yaşamaya duyduğu merakı, böylesine hastalıkları nasıl da yeniyor.

Bir de kitabın arka kapak yazısına göz atalım:

 Zweig, gençlik dönemi yapıtlarından Kızıl’da öğrenim için Viyana’ya giden genç bir tıp öğrencisinin büyük kentin gerçekliğine uyum sağlama ve yetişkinliğe adım atma sürecini anlatır. Kendini birdenbire ailesinden uzakta soğuk bir odada yapyalnız bulan bu “çocuksu” genç adam, girdiği bunalımın etkisiyle zamanla hayallerinden ve başlangıçta büyük bir hevesle sarıldığı tıp eğitiminden vazgeçme noktasına gelmiştir. Tam da o günlerde kızıla yakalanan ve yardımına ihtiyaç duyan bir kız çocuğu onu hayata geri çağırır. 1908 yılına ait bu anlatı, Zweig’ın daha o zamanlar çoktan bir novella üstadı olup çıktığının kanıtıdır adeta. Üstelik, yazarın sonraki yapıtlarında sıklıkla karşılaştığımız bir temanın peşine henüz kariyerinin başındayken düştüğünü; gaddar bir dünyada varoluşunu sürdüremeyecek kadar kırılgan insanların acılarını baştan beri dert edindiğini ortaya koyar.

Düşünün, Josefstadt’ta öğrencilerin yoğunlukta olduğu bir bölgede ev tutmuşsunuz. Tıp eğitimi almak için can atarak geldiniz. Odanızın camından bakıyorsunuz. İçinizden “Acaba burada neler yaşayacağım?” diye geçiriyorsunuz. Geleceğin bilinmezliği arasında bir yandan merak bir yandan heyecan duyduğunuz hayatınızın belki de en güzel dönemlerinden birindesiniz. Geçireceğiniz acı, tatlı yıllar ve atlatacağınız zorluklar olacak belki ama hayat deneyimlerle güzeldir. İnsanı geliştirir ve büyütür.

Bir Stefan Zweig kitabı: Kızıl

Peki Zweig’ın bu kitapla bize anlatmak istediği nedir? Onun inandığı değerler neler? 

Zweig gözünden bakmak gerekirse…

Öncelikle Bertold Berger adında genç bir üniversite öğrencisiyle tanışıyoruz. Ailesinin sıcak ortamından ve onların sevgisinden kopup Viyana’ya okumaya gelmiş bir genç. Hepimizin üniversiteye başlarken olduğu gibi onun da kaygıları, merakları ve endişeleri var. Bu yönden Berger’in iç dünyasında eminim kendinizden bir parça bulacaksınız. Çok sevdiği kız kardeşine duyduğu özlem de onu gözümüzde ilgili bir ağabey yapıyor. Her fırsatta onu düşünüyor ve mektuplar yazıyor. 

Dışarıdan bakıldığında büyük bir çoğunluk aynı şeyleri yaşıyor gibi görünse de içinde yaşadığı o bireysel deneyim bambaşka. Evet birçok kişi üniversiteye gidiyor fakat daha derinine baktığımızda aslında ne kadar da farklıyız. Ailelerimiz, doğduğumuz yer, arkadaş profillerimiz, düşündüklerimiz, sevdiklerimiz ya da sevmediklerimiz... Önemli olan bunlar. Herkeste olduğu gibi. Zweig'ı en başarılı bulduğum şey sanırım onun bireysel dünyamıza olan anlayışı ve iç dünyamızın detaylarına yoğunlaşıyor olması. Neyse, kitaba dönelim :)

Bir süre sonra karşı komşusu Schramek’le tanışıyor ve onunla tanışması Berger'in üstünde çok büyük bir etki yaratıyor çünkü Schramek; belli bir çevresi olan, öz güveni yüksek ve girişken birisi. Berger, insanların arasında onun gibi olmak istiyor ve ortamlarına dahil olmaya çalışıyor. Fakat Berger çok naif ve hala çocuk sayılabilecek yaşta. Bundan dolayı Schramek ve sevgilisi, onunla ''çocuk'' diyerek alay edebiliyorlar zaman zaman.

Her şeyi tecrübe edeceği ve öğreneceği zamanlarda Berger. Fakat burada yalnız kalmak, ailesinden uzak olmak ve daha tecrübe edeceği birçok şey ona başlarda zor geliyor. Schramek'le istediği ortamlara girip kendini göstermek istese de bu pek mümkün olmuyor ve kendini derslere kaptırıyor. Derse ilk gelen ve en son çıkan hep o oluyor yazarımızın dediğine göre.

Karla'dan bahsedecek olursak... Schramek'in sevgilisi , biraz haşarı ve dediğim gibi Berger'a karşı oldukça alaycıdır. Berger, henüz kadınlara karşı nasıl bir tavır alacağını bilemiyor. Buna karşılık Karla'nın rahat tavırları adeta Berger'ın dilini yutmasına sebep oluyor. Onunla konuşacağı zaman tıkanıyor, kekeliyor, saçmalıyor... Belki hayatında en yakından tanıdığı iki kadın yalnızca annesi ve kardeşiydi. Kadınlara karşı beslediği o duygusal bağ yalnızca kardeş ve anne sevgisi olarak kalmıştı. Fakat o anda deneyimlediği ilişki çok daha başkaydı. Bir gün Karla'yla baş başa kaldıklarında yakınlaşıyorlar ve bu, onu Schramek'e karşı çok suçlu hissettiriyor. Uzunca bir süre Schramek'ten kaçıyor. Fakat bu durum Karla'nın hiç umrunda değil gibi Schramek'le olan ilişkisine devam ediyordu ve Berger buna akıl sır erdiremiyordu. İçinde bulunduğu durum, onun duygularını ciddi anlamda zorluyordu. Etrafındaki insanlarla olan durum onu bunalıma sokunca, bu toplumdaki yerini tam olarak anlayamıyor, gittikçe mutsuzlaşıyor ve derslerinden de uzaklaşıyordu. Artık sadece saatler geçsin diye yaşıyordu. Hatta bir gün kardeşine yazdığı mektupta buraya alışamadığından ve dönmek istediğinden bahsetti. Fakat bu mektubu, kardeşinin omuzlarına bu bilgileri yıkmamak için göndermedi.  

Bu bunalımlı dönemlerinde yaşadığı yerde küçük bir kız çocuğunun kızıla yakalandığını öğreniyor Berger. Hasta kızın annesiyle gözleri yaşlı bir şekilde tanışıyor ve kızın yanına düzenli olarak bir doktor geliyor. Bir süre sonra da onunla tanışıyor ve kızın durumunu, kızıl hastalığının nasıl olduğunu öğreniyor. Berger, bu kızı tanıdıktan sonra adeta hayata tutunuyor. Aynı şekilde kızın durumu da daha iyiye gidiyor ve aralarında duygusal bir bağ gelişiyor. Berger, kız hastayken onunla hep ilgileniyor ve hiç yalnız bırakmıyor. Bu durum, aynı zamanda , Berger'ın okula ve doktorluğa olan sevgisini de alevlendiriyor. Bilgiye ne kadar aç olduğunun farkına varıyor ve haftalardır açmadığı kitabının kapağını açmaya karar veriyor. Fakat hasta kız kendini toparlamadan önce, ikisi de duygularına yenik düşüyorlar ve yalnızca bir kez Berger onu öpüyor. Daha sonra, kızın kendini toparlamasında onun da bir payı olduğunu bilen Berger bunun gururuyla dışarı çıktığı bir gün kendini biraz halsiz hissediyor. Eve döndüğünde vücudunda oluşan benekleri fark ediyor. Aslında planında çalışmak varken kendini ateşler içinde yatarken buluyor. Kız kardeşi, çocuk ve Schramek... Üçü başının ucundalar. Onları sevmişti. Hayatına devam edecekti fakat durumlar öyle gelişmiyor. Tanıştığı doktorun söylediği sözleri hatırlıyordu                                                           

Çocuklar bu hastalıkları yeniyor, yetişkinler ise onlara yeniliyor.

Sonunda Berger'ın öleceğine kendimi inandıramamıştım. Tam hayata tutunduğu sırada olmasını istemedim belki de. Berger hastalanmadan önce, okulda elde edeceği başarıları, istediği gibi bir doktor olacağını ve o kız çocuğuyla belki de çok güzel bir ilişkileri olacağını hayal etmiştim. Fakat yazarımız, karakteri öldürmeyi tercih etmişse n'apalım? 

Bu hikayede beni etkileyen şeylerden birisi de Berger'ın ilgisi ve sevgisiyle kızın durumunun nasıl iyiye gittiği. Bazen duygusal olarak görebileceğimiz herhangi bir destek göründüğünden çok daha güçlü olabiliyor ve bize hayata tutunma gücü veriyor. Bu bir gerçek. Sosyal canlılarız ve bu tip şeylere çok ihtiyacımız var. Bundan dolayı, bu bir duygusal bağ ya da aşk olmasa bile hayatta etrafımızdan edindiğimiz bu tür manevi desteklerin insana fazlasıyla güç verdiğini düşünürüm. Ayrıca çok da önemli olduğunu.

Düşünsenize tüm süreçlerimizi yanımızda sevdiğimiz insanlar varken ve onların sevgisini hissederken yaşamak ne kadar değerli ve ne kadar güç verici! Bu zor dönemler de olsa, mutlu olduğunuz anlar da olsa... Onları yaşayıp paylaşıyor olmak... Hayatta yapmak istediklerinizin hayalini kurarken bunu sizi seven ve size güvenen biriyle paylaşmak... Sırf siz mutlu olduğunuz şeyleri yaparken bu insanların da sizinle mutlu oluyor olması... Bu tür insani değerler çok önemli arkadaşlarım. Umarım gerçek sevgimizle insanları hayata bağlayan insanlardanızdır. Bir dahaki yazıda görüşmek üzere... :))

 

Haftalığın PeP'te!

İlk 15'a giren her içerik ile 200 TL kazan!

En popüler yazar sen ol!

Okunma puanını artır, kazan!

Liderlik Tablosu'na göz at!

Bu haftanın en çok okunanları.

E-bültenimize abone ol!

Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.

Gizlilik Sözleşmesi'nde belirtilen hüküm ve koşulları kabul ediyorum.